Yemek Tercihleriniz Spotify Sanatçınızı Tahmin Ediyor mu? Yok Artık, O Kadar da Değil!

9 Dak Okuma

Günümüzün ‘veri her şeydir’ felsefesi, hayatımızın her köşesine sızmış durumda. Öyle ki, sabah kahvaltısında pankek mi yediğiniz, yoksa akşam yemeğinde biftek mi tercih ettiğiniz, bir anda Spotify’da en çok dinlediğiniz sanatçıyı bile ‘açıklayabilir’ hale geldi. Ciddi misiniz? Yani şimdi ben, o çok sevdiğim mantarlı omletimle, gizlice dinlediğim 80’ler synth-pop grubunun arasında ilahi bir bağ olduğunu mu düşünmeliyim? Bu iddia, yemek tercihleri Spotify sanatçısı eşleşmesinin, modern algoritmik ‘bilgelik’ yolculuğundaki en absürt duraklardan biri olduğunu kanıtlar nitelikte.

Bir an için durup düşünelim: Mutfakta yaratıcılığımızı konuşturduğumuz anlar, kulaklığımızdan yayılan notalarla gerçekten bu kadar basit bir korelasyon içinde olabilir mi? Yoksa bu, algoritmaların insan karmaşıklığını basitleştirme takıntısının, gülünç boyutlara ulaşmış yeni bir zirvesi mi? Gelin, bu ‘yemek yeme stilin müziğini belirler’ ütopyasına biraz daha yakından, hatta belki de bir tutam biberle, alaycı bir gözle bakalım.

Gurme Algoritmaların Karanlık Labirentleri: Ne Yersen Onu Dinlersin mi?

Modern çağın yeni kâhinleri, yani algoritmalar, hayatımızı her alanda ‘optimize etme’ misyonuyla yola çıktılar. Ne izleyeceğimizden ne satın alacağımıza, hatta kiminle arkadaş olacağımıza kadar her şeyi ‘en iyi’ şekilde bize sunma iddiasındalar. Ancak son zamanlarda bu ‘bilgelik’, sınırları zorlayarak mutfaklarımıza ve kulaklıklarımıza kadar uzandı.

Şimdi anlıyoruz ki, eğer sıkı bir etobursanız, muhtemelen sert rock dinliyorsunuzdur; vejetaryenseniz, belki de etnik füzyon müziğe düşkünsünüzdür. Bu ‘yüce’ algoritmalar, sanki midemizdeki bakterilerin türü, ruh halimizi ve dolayısıyla müzik zevkimizi doğrudan etkiliyormuş gibi bir tablo çiziyor. Sanki Beethoven’ın 9. Senfonisi’ni dinleyen biri, mutlaka füme somon ve kapari salatası yiyordur, popüler bir rap şarkıcısının hayranı ise sadece fast food’la besleniyordur. Bu, insan ruhunun ve damak tadının ne kadar sığ bir yorumu!

Bu tür çıkarımlar, bizleri, kişisel tercihlerimizi basmakalıp kutulara sıkıştırmaya çalışan bir sistemin kurbanı haline getiriyor. Sanki bir insan, hem gurme bir yemek aşığı olup hem de en basit, en ticari pop şarkılarını dinleyemezmiş gibi bir algı yaratılıyor. Bu, sadece saçmalık değil, aynı zamanda bireysel kimliklerimizi hiçe sayan bir tembelliktir.

Pankek, Biftek, Mısır ve Prenses Pop: Bu Nasıl Bir Bilim?

Şimdi gelelim o meşhur ‘pankek, biftek, mısır = prenses pop dinleyicisi’ denklemi gibi dahiyane(!) çıkarımlara. Bu, sanki bir grup veri bilimci, aç karna ve belki de biraz uykusuz, eldeki verileri bir araya getirip ‘en yaratıcı’ korelasyonu bulmaya çalışmış gibi duruyor. Bir insan, neden bu üç yiyeceği sevince otomatik olarak ‘prenses pop’ dinleyicisi olur ki?

Pankek, kahvaltıların tatlı kaçamağıdır; biftek, protein deposu ve doyurucu bir ana yemektir; mısır ise yaz pikniklerinin vazgeçilmezidir. Bu üçlünün ortak paydası, ‘genel olarak sevilen yiyecekler’ olmaktan öteye geçmiyor. Eğer bu yiyecekleri seven herkes prenses pop dinliyorsa, sanırım dünya nüfusunun büyük bir kısmı gizlice Britney Spears veya Taylor Swift dinliyor demektir. Bu, müzik endüstrisi için harika bir haber olabilir ama gerçeklikle uzaktan yakından alakası yoktur.

Acaba bu ‘derinlemesine’ analiz, pankeklerin katmanlı yapısının, prenses pop’un katmanlı vokal aranjmanlarıyla bir ilgisi olduğunu mu ima ediyor? Yoksa bifteğin ‘güçlü’ tadı, bir pop divasının sahnedeki ‘güçlü’ duruşunu mu yansıtıyor? Mısırın her yerde bulunabilirliği de mi pop müziğin evrenselliğini simgeliyor? Bu kadar zorlama bir bağlantı kurmak için herhalde epey bir mesai harcanmıştır, tebrikler!

Gastronomik Kimliğimiz ve Müzikal Ruh Halimiz Arasındaki O İnce Çizgi (Ya da Uçurum)

İnsan psikolojisi ve sosyolojisi, müzik zevkimizi şekillendiren sayısız faktör olduğunu gösterir. Büyüdüğümüz coğrafya, ailemizin dinlediği müzikler, arkadaş çevremiz, yaşadığımız deneyimler, hatta anlık ruh halimiz bile dinleme tercihlerimizi etkiler. Peki, bu denkleme bir de ‘ne yediğimiz’ faktörünü eklemek, her şeyi daha açıklayıcı mı kılıyor, yoksa daha da karmaşık ve anlamsız mı?

Elbette, bir insan stresliyken belki daha rahatlatıcı müzikler dinler ve aynı zamanda canı tatlı bir şeyler çekebilir. Ancak bu, ‘tatlı yiyenler sadece slow müzik dinler’ gibi basit bir genellemeye indirgenemez. Bir insan, en sevdiği yemeği yerken, o yemeğin verdiği keyfi katlamak için en sevdiği müziği dinleyebilir. Bu, yemeğin türünden ziyade, o anki genel iyi hissetme durumuyla ilgilidir. Kısacası, aradaki bağ, bir neden-sonuç ilişkisinden çok, anlık bir keyif ve deneyim birleşimi olabilir.

Bu ‘bilimsel’ çıkarımlar, sanki bizleri, karmaşık duygusal ve kültürel varlıklar olmaktan çıkarıp, sadece girdi-çıktı makinesine dönüştürme arzusunun bir yansıması. Müzik, ruhun gıdasıdır derler, ama bu gıdanın ne olduğu, midemizin gıdasıyla doğrudan bağlantılı olmak zorunda değil. Ruhun kendi tercihleri vardır, tıpkı midenin kendi tercihleri olduğu gibi. Ve bu iki tercih, her zaman aynı doğrultuda ilerlemek zorunda değildir.

Algoritmaların Bizi Tanıma Çabası: Sevgi mi, Kontrol mü?

Algoritmalar, bizi ‘daha iyi tanıma’ bahanesiyle hayatımıza girerler. Netflix, Amazon, Spotify… hepsi ‘size özel’ önerilerle gelir. Bu, ilk başta kulağa hoş gelse de, bu ‘tanıma’ çabasının nereye varacağı konusunda endişelenmekte haklıyız. Yemek tercihlerinizle Spotify sanatçınızı tahmin etmek gibi bir noktaya gelince, bu artık ‘tanıma’ değil, ‘daraltma’ ve ‘kalıba sokma’ halini alıyor.

Bu tür ‘korelasyonlar’, aslında bizim farklı yönlerimizi, çelişkilerimizi, anlık değişimlerimizi görmezden gelmeye yarıyor. Bir gün rock dinlerken, ertesi gün klasik müzikle ruhunu dinlendiren, bir yandan vegan beslenirken diğer yandan arada sırada kaçamak yapan bir insan, algoritmanın gözünde bir ‘tutarsızlık’ olarak mı algılanmalı? Yoksa bu, insan olmanın doğasında var olan zenginlik ve çeşitlilik mi?

Bu durum, algoritmaların bizi ‘anladığını’ düşündürerek, aslında bizi kendi iç dünyamızdan ve özgün tercihlerimizden uzaklaştırma tehlikesini taşıyor. Bize ‘sen busun’ diyen bir sistemin, bizi gerçekten ne kadar özgür bırakabileceği tartışılır. Belki de bizi ‘tanıma’ adı altında, tüketim alışkanlıklarımızı daha kolay manipüle edilebilir hale getirmeye çalışıyorlardır.

Müzik Zevkinin Gerçek Dinamikleri: Çok Katmanlı Bir Senfoni

Müzik zevki, bir insanın kişiliğinin en karmaşık ve en renkli yansımalarından biridir. Bu, sadece ‘ne yediğimizle’ değil, aynı zamanda kim olduğumuzla, ne hissettiğimizle ve ne deneyimlediğimizle ilgilidir. Bir şarkı, çocukluğumuzdan bir anıyı canlandırabilir; bir melodi, kaybettiğimiz birini hatırlatabilir; bir ritim, bizi dansa kaldırabilir ve tüm dertlerimizi unutturabilir.

Kültürel mirasımız, sosyal çevremiz, hatta o anki hava durumu bile müzik tercihlerimizi etkileyebilir. Yağmurlu bir günde hüzünlü melodiler, güneşli bir günde neşeli ritimler tercih edebiliriz. Bu, yediğimiz yemeğin türüne göre otomatik olarak belirlenen basit bir denklemden çok daha fazlasıdır. Müzik, bir yaşam biçimidir, bir ifade biçimidir, bir kaçış ve bir buluşma noktasıdır.

Bir insan, hem kebap yiyip hem de opera dinleyebilir, hem sushi’ye bayılıp hem de ağır metal müziğe tutkun olabilir. Bu tür ‘tutarsızlıklar’, aslında insan olmanın güzelliğidir. Bizi kalıplara sığdırmaya çalışan her türlü algoritma, bu zenginliği ve çeşitliliği gözden kaçırır. Çünkü insan, basit bir denklemden ibaret değildir, her birimiz kendi içinde eşsiz bir senfoniyiz.

Sofradan Kulaklığa: Gerçekten Bir Köprü Var mıydı?

Bu ‘yemek tercihleri Spotify sanatçısı’ gibi iddialar, aslında bizlere şunu hatırlatıyor: Algoritmalar ne kadar akıllı olursa olsun, insan deneyiminin derinliğini ve karmaşıklığını tam olarak kavrayamazlar. Onlar, sadece yüzeysel korelasyonlar bulup, bunları anlamlı gibi göstermeye çalışırlar. Ama gerçekte, insan ruhu, bir veri tabanından çok daha fazlasıdır.

Bugün yemekle müzik arasında köprü kurmaya çalışan algoritmalar, yarın belki de ayakkabı numaranızla siyasi görüşlerinizi eşleştirmeye kalkışacaktır. Ya da en sevdiğiniz renk ile uyku alışkanlıklarınız arasında ‘inanılmaz’ bir bağ bulduğunu iddia edecektir. Bu durum, bizi sadece eğlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda bu tür ‘çıkarımlara’ karşı eleştirel düşünme becerimizi de keskinleştirmemizi sağlıyor.

Unutmayın, sizin damak zevkiniz ve kulak zevkiniz, sadece size aittir. Onları herhangi bir algoritmanın basmakalıp tahminlerine bırakmak yerine, kendi özgün keşiflerinize ve deneyimlerinize güvenin. Belki de en iyi playlist, en sevdiğiniz yemeği yerken değil, en sevdiğiniz anıları yaşarken kulağınıza fısıldanan melodilerle oluşur. Mutfakta ne kadar cesur ve çeşitliyseniz, müzik listenizde de o kadar özgür ve çeşitli olabilirsiniz. Kendi müziğinizin ve kendi yemeğinizin şefi sizsiniz; algoritmalar sadece birer öneri sunucudur, nihai karar verici asla olamazlar.

Bu Makaleyi Paylaşın
İleMaya
Maya, kelimeleri neşter gibi kullanan bir zihin cerrahı. Karmaşık konuları alır, birkaç cümlede çıplak gerçeğe indirger. Ne fazla süslü, ne gereksiz yumuşak; doğrudan doğruya sorunun kalbine saplanır. Teknoloji, felsefe, siyaset, sanat… Hangisini masaya yatırırsa yatırsın, aynı soğukkanlı keskinlikle parçalara ayırır ve yeniden kurar. Okurken “Aaa, evet, tam da böyleydi ama ben görememiştim” dediğiniz anlar yaşatır. Maya’nın yazılarında kişisel hikâye nadirdir; varsa bile yalnızca argümanı güçlendirmek içindir. O, duyguyu değil aklı besler. Eğer bir konuda hakikati arıyorsanız ve laf kalabalığından bıktıysanız, Maya’nın kapısını çalarsınız.
Yorum yapılmamış