Sofrada Kim Kimdir: Yemek Alışkanlıklarınızdan Dostluk Analizi

6 Dak Okuma

Şimdi dürüst olalım. Hepimizin hayatında öyle bir arkadaş vardır ki, onunla bir sofraya oturduğunuzda, sanki bir sosyoloji dersindeymişsiniz gibi hissedersiniz. Karşınızdaki kişi, önündeki tabağa uzanırken aslında ruhunun derinliklerini mi sergiliyor, yoksa sadece aç mı? İşte bu ince çizgi, özellikle de paylaşımın en kutsal sayıldığı yemek anlarında, inanılmaz derecede belirginleşiyor. Ben mi? Ben bu durumu yıllardır gözlemliyorum. Hatta bazen bir restoranda, yan masadaki çiftin ne yediğine bakarak, ilişkilerinin monotonlaşıp monotonlaşmadığını bile tahmin edebiliyorum. Tabii ki yanılıyorum. Ama bu yanılmalar bile başlı başına birer hikaye, değil mi?

Pizzanın Kutsal Emaneti ve Dostluğun Sınavı

Mesela en yakın arkadaşım Ayşe. Ayşe ile yıllardır süren bir dostluğumuz var. Birlikte nice acı tatlı günleri devirdik, nice sınavdan geçtik. Ama sanırım dostluğumuzun en büyük sınavı, o büyük boy, bol malzemeli pizzanın en son diliminin kimde kalacağı anıydı. Ayşe, genelde ketçap ve mayonezi bir kaseye sıkıp, sanki bir sanat eseri yaratıyormuş gibi karıştırıp sonra da o karışımı pizzasına süren tiplerdendir. Ama pizzanın son dilimine gelince… İşte orada bir duraksama olurdu. Gözleri dilime kayar, sonra bana bakar, sonra tekrar dilime. İçinden geçenleri okumak imkansızdı. Bir keresinde dayanamayıp sordum, ‘Ayşe, o dilimi niye öyle bakıyorsun? Al işte!’ diye. ‘Yok ya, sen al,’ dedi. Ama o ‘sen al’ deyişindeki o ince tereddüt, o minik fedakarlık hissi, aslında ne kadar ince bir ruh taşıdığını gösteriyordu. Ya da belki de sadece o dilimin peyniri biraz daha azdı, kim bilir?

Sushi ve Kendini Keşfetme Yolculuğu

Sonra bir de Can var. Can, hayatı boyunca sürekli bir arayış içinde. Kendini bulduğunu iddia etse de, bir sonraki hafta yeni bir hobisi, yeni bir felsefesi oluyor. Can’la bir sushi restoranına gittiğimizde, işler iyice ilginçleşiyor. Can, menüyü eline alır almaz, sanki bir hazine haritasını inceliyormuş gibi bir tavır takınır. Hangi balığın hangi pirinçle daha iyi gittiğini, wasabi’nin dozajını nasıl ayarlayacağını, soya sosuna ne kadar zencefil katacağını uzun uzun düşünür. Bir keresinde, ‘Acaba bu somon sashimi’nin tadı, füme somonla karşılaştırıldığında ne kadar farklılık gösterir?’ diye sordu. Ben de ona, ‘Can, bu sadece bir akşam yemeği, evrenin sırrını çözmeye çalışmıyoruz,’ dedim. Ama Can’ın bu detaycılığı, aslında hayatındaki belirsizliklerle nasıl başa çıktığının bir göstergesiydi. Her şeyi kontrol altında tutma çabası, belki de kendini güvende hissetme isteği. Ya da sadece, gerçekten de somon sashimi’nin tadını merak ediyordu. Kim bilir?

Fast Food ve Hayatın Hızına Ayak Uydurmak

Tabii bir de hayatın koşturmacası içinde, ‘ne bulursam yerim’ diyenler var. Onlar için yemek, sadece bir enerji kaynağı. Bir nevi yakıt ikmali. Bu arkadaşlarla bir fast food mekanına gittiğinizde, menüye bile bakmazlar. Direkt kasiyere doğru yürürler ve ‘Klasik menü, lütfen!’ derler. Veya ‘En hızlı ne varsa onu verin!’ Onların hayat felsefesi, tıpkı sevdikleri yemekler gibi, hızlı, pratik ve net. Karmaşık soslar, uzun hazırlık süreçleri, ‘ne yediğimi bilmek istiyorum’ gibi dertleri yoktur. Onlar için önemli olan, açlığı gidermek ve bir sonraki göreve odaklanmak. Bu durum, aslında hayatın getirdiği zorluklara karşı ne kadar pragmatik yaklaştıklarının da bir göstergesi. Sorunları fazla büyütmezler, hemen çözüm odaklı olurlar. Tıpkı o hazır hamburgerın, içindeki her şeyin hazır ve kolay ulaşılabilir olması gibi. Belki de bazen hayatı bu kadar basitleştirmek, sandığımızdan daha az yorucudur.

Vejetaryenler, Veganlar ve Hayata Bakış Açıları

Sonra bir de işin bu boyutları var. Vejetaryenler, veganlar… Onlar için yemek, sadece karın doyurmak değil, aynı zamanda bir duruş, bir yaşam biçimi. Bu arkadaşlarla bir restorana gittiğinizde, menüdeki tek yeşil yaprağa bile gözleri takılır. Hatta bazen garsona dönüp, ‘Bu salatanın sosunda balık yağı var mı?’ diye sormaktan çekinmezler. Onların bu hassasiyeti, aslında hayata karşı duydukları derin sorumluluğun bir yansıması. Sadece kendi sağlıklarını değil, hayvanların refahını ve dünyanın geleceğini de düşünüyorlar. Bu durum, bazen diğer insanlara biraz ‘fazla’ gelebilir. ‘Ya ne olacak ki bir parça tavuktan?’ diyenler için, bu arkadaşların dünyası biraz daha karmaşık olabilir. Ama aslında, bu arkadaşlar, hayatın daha büyük resmini görmeye çalışan, empati yeteneği yüksek bireylerdir. Tıpkı, o özenle hazırlanmış, rengarenk vegan tabakları gibi, hayatı da daha bilinçli ve sevgi dolu bir şekilde yaşamaya çalışırlar. Ya da belki de sadece laktoz intoleransları vardır, kim bilir?

Son Lokma ve Hayatın Ta Kendisi

Peki, tüm bu karmaşık yemek seçimlerinin sonunda ne var? Aslında hepimiz, yeme alışkanlıklarımızla, farkında olmadan kendimizle ilgili ipuçları veriyoruz. O son lokmayı kimin aldığı, hangi sosun tercih edildiği, salatanın içindeki malzemelerin ne kadar sorgulandığı… Bunların hepsi, bizim hayata, ilişkilere ve hatta kendimize verdiğimiz değerin birer yansıması. Belki de bir dahaki sefere bir arkadaşınızla yemeğe çıktığınızda, sadece ne yediğinize değil, arkadaşınızın ne yediğine de bir göz atın. Belki de o pizzanın son diliminde saklı olan, dostluğunuzun en derin sırrıdır. Ya da belki de sadece açtır ve o dilimi yemeyi unutmuştur. Ama ne olursa olsun, o anı bir kenara not edin. Çünkü hayat, en lezzetli anlarını, en beklenmedik sofralarda saklar. Ve bazen, o en tatlı anılar, paylaşılan son lokmadan doğar.

Bu Makaleyi Paylaşın
İleVera
Vera, dünyanın absürtlüğüne gülmekten başka çare bırakmayan kadın. Popüler kültürü, trendleri, sosyal medya ritüellerini, hatta kendi neslini bile öyle bir alayla yazar ki, önce kahkaha atarsınız, sonra birden aynaya bakıp “Dur bir dakika…” dersiniz. Keskin, hızlı, acımasız ama bir o kadar da zeki. Hiçbir şey kutsal değildir onun gözünde; Netflix dizilerinden bienallere, influencerlardan politikacılara kadar herkes sırayla iğnelenir. Yazılarında zehir gibi bir mizah vardır ama bu mizah asla ucuz değildir; her satirik cümlesinin altında ince bir gözlem, derin bir kültür birikimi yatar. Vera’yı okurken hem eğlenir, hem biraz utanır, hem de “Keşke ben de bu kadar iyi laf sokabilsem” diye iç geçirirsiniz.
Yorum yapılmamış