Ah, insanoğlu! Ne kadar da karmaşık, ne kadar da derin bir varlık değil mi? Duyguları, düşünceleri, tercihleri… Her biri birer muamma, çözülmesi gereken birer sır yumağı. Yıllarca bu gizemli denklemi çözmek için felsefe kitapları karıştırıldı, psikolog koltukları aşındırıldı. Ta ki modern veri analizi ve algoritmalar hayatımıza girene kadar. Şimdi anlaşıldı ki, aslında bizler karmaşık falan değilmişiz. Birkaç tıkla, yediğimiz yemeklerle dinlediğimiz müzikler arasındaki o ‘derin’ bağı keşfetmek, artık sabah kahvemizi yudumlarken yaptığımız sıradan bir aktivite haline geldi. Buyurun size, insan ruhunu anlamanın yeni, pratik ve elbette ki ‘bilimsel’ yolu.
Pankek ve Prenses Pop: Ruh Eşleri mi, Yoksa Pazarlama Dehası mı?
Bana Spotify’daki en sevdiğiniz sanatçıyı söyleyeyim, yeter ki bana kahvaltıda ne yediğinizi fısıldayın. Kulağa bir falcı kehaneti gibi geliyor, değil mi? Ama hayır, bu modern bilimin, daha doğrusu modern “içerik üreticiliğinin” son harikası. Mesela, pankek, et ve mısır yiyen biriyseniz, vay halinize! Siz bir ‘prenses pop’ dinleyicisisiniz. Gözünüzde canlandı mı? Sabahın erken saatlerinde kabarık pankeklerin üzerine şurup dökerken, bir yandan da içten içe bir pop prensesinin tahtına oturma hayalleri kuran o ‘derin’ ruhunuz… Ne kadar da açıklayıcı! Yıllarca kendimizi anlamak için terapistlere, felsefe kitaplarına boşuna para dökmüşüz meğer. Bir pankek tabağı, tüm kişiliğimizi deşifre etmeye yetiyormuş. Peki ya sucuklu yumurta ve çay? Muhtemelen arabesk-rock dinleyicisi olmalısınız. Ya da belki de zeytinyağlı enginar yiyorsanız, kesinlikle deneysel caz tutkunusunuzdur. Bu ‘bilimsel’ çıkarımlar, hayatımıza ne kadar da anlam katıyor, değil mi?
Algoritmaların Sonsuz Bilgeliği ve Bizim Zavallı Cehaletimiz
Bu tür ‘çığır açıcı’ keşifler, bizi bir kez daha algoritmaların sonsuz bilgeliği karşısında aciz bırakıyor. Biz sıradan ölümlüler, yıllarca kendimizi “Ben hem rock dinlerim hem de caz severim, arada klasik müzikle ruhumu dinlendiririm” diye kandırıp dururken, meğersem her şey o “tercih ettiğimiz besin maddeleri” tarafından belirleniyormuş. Spotify’ın bize önerdiği şarkıları, aslında o sabah yediğimiz omletin ya da akşam yemeğindeki bifteğin tadı şekillendiriyormuş. Ne trajik bir yanılgı! Belki de bu yüzden, “Benim müzik zevkim çok farklıdır, kimse anlamaz” diyen o entelektüel arkadaşınızın aslında sadece sebze çorbası içtiğini keşfetmek, tüm bu gizemi çözecek anahtar olabilir. Artık kimseye “Sen ne tür müzik dinlersin?” diye sormaya gerek yok. “Akşam yemeğinde ne vardı?” sorusu, çok daha bilimsel bir yaklaşım sunuyor. Üstelik bu yöntem, yüz yüze konuşmaktan çok daha az zahmetli ve ‘objektif’. Sonuçta, bir algoritma asla yanılmaz, değil mi?
İnsanlığın Kutuplara Ayrılışı: Yemek Tabağına Göre Gruplandırma
Bu yeni “bilimsel” sınıflandırma sistemiyle, insanlık artık burçlara, kişilik tiplerine veya siyasi görüşlere göre değil, yiyecek tercihlerine göre kutuplara ayrılacak. Artık Tinder profillerinde “Pankek seviyorsan sağa kaydır, et sevenler sola” gibi ifadeler görmeye başlarsak şaşırmayalım. Ya da belki de müzik festivallerinde, bir kapıda “Sadece vegan sosisli yiyenler için post-punk sahnesi”, diğer kapıda “Bol acılı Adana kebapçılarının tekno partisi” gibi tabelalar göreceğiz. Bireysellik, benzersizlik, “ben farklıyım” iddiası… Hepsi çöp oldu. Artık hepimiz, algoritmaların bizi atadığı o tatlı veya tuzlu, acı veya ekşi kutucukların içinde, bize özel olarak seçilmiş çalma listeleriyle dans edeceğiz. Ne büyük bir özgürlük! Ne kadar da kolay bir dünya! Artık karmaşık seçimler yapmak, kendimizi tanımak için çaba sarf etmek zorunda değiliz. Bir dilim pizza, tüm müzik evrenimizi tanımlamak için yeterli.
Peki ya bir gün hem pankek hem de biftek yiyenler ne olacak? Bu tür karmaşık bireyler, algoritmaların kabusu olmalı. Belki de onlar, ‘kategorize edilemez’ diye etiketlenip, toplum dışına itilecekler. Ya da daha kötüsü, her sabah farklı bir müzik türü dinlemeye zorlanacaklar, ta ki tek bir besin tercihiyle kendilerini ‘sabitleştirene’ kadar. Modern analizin bu derinlikli yaklaşımları karşısında, insan olmanın basitliği ne kadar da yavan kalıyor. Kim bilir, belki de bir sonraki adımda, ayakkabı numaramıza göre favori politikacımızı tahmin eden bir algoritma geliştirirler. Ya da içtiğimiz kahveye göre evcil hayvan tercihimizi. Ne de olsa, bu kadar ‘önemli’ veriyi boşa harcamamak lazım. İnsan beyni, bu kadar basit bağlantıları kurmak için fazla hantal kalıyor anlaşılan. Neyse ki, ekranlarımızın ardındaki o yüce akıllar, bizim için bu ‘karmaşık’ işleri hallediyor. Bize düşen sadece, yeni bir ‘kişilik testi’ çıktığında, hangi tabağı seçeceğimizi bilmek ve bize atanan müzik listesine itiraz etmeden başımızı sallamak. Çünkü artık biliyoruz ki, gerçek özgürlük, algoritmaların bizi nerede görmek istediğini kabul etmekten geçiyor. Afiyet olsun ve iyi dinlemeler… Size uygun olan her neyse.
