Deneme YazılarıGenel

İnsan Doğası: İyi ve Kötü Arasındaki İnce Çizgi ve Popüler Kültürün Etkisi

İnsan özünde iyilik ve kötülüğün ayrımını yapabilecek kapasitededir. İyiliğin ve kötülüğün sözlükteki tanımını yapamasa bile ayırt edebilir. Yalnızca yanlış bilgilendirme, önyargı, bilip, anlamadan, sorgulamadan kabul etme eğiliminde olmadığı sürece yetişkin her insan bir eylemin iyilik veya kötülük olduğunu bilebilir.

Vicdanı körelmemiş bir insanın kötü bir şeyi iyi bir şey olarak görmesi hemen hemen mümkün değildir. Eğer küçük bile olsa tekrarlayan kötülükler yapan bir insan için iki seçenek vardır. Bunlardan biri suçluluk, diğeri ise vicdanını köreltmek veya yok etmek.

İnsanı insan yapan ne aklı, ne zekası ne de diğer yetenekleridir. İnsan bir vicdana sahip olduğu sürece insandır. Suçluluk duygusu rahatsız edici olsa da iyidir. Çünkü bu bizim vicdana sahip olduğumuzu gösterir. Kötü bir şey yaptığımızda pişman olmak harikadır. Çünkü bize değişme ve daha iyisini yapma imkanı verir.

Çağımız insanı maalesef yaptığı kötülükten pişman olma, hatalarını düzeltme, daha iyisini yapma, gelişme yeteneğini yok etmeyi normal ve en doğru şey gibi göstererek popüler hale getiren bir yanılgının içinde. Mesele şu ki, haklı olduklarına eminler. Başkalarına verdikleri her zararda kendi insanlıklarını yok ettiklerinin farkında bile değiller. İftirayı, dedikoduyu, başkalarına zarar vermek için onların arkasından planlar yapmayı doğru sanıyorlar. Buna devam ettikleri sürece daha dibe çöktüklerini, karanlığa gömüldüklerini, insanlıklarını, ruhlarını kaybettiklerini fark etme yetenekleri sonunda tamamen yok olacak. İçlerindeki melekleri dinlemeyi bıraktıkça, kontrolü iblislere bırakıp, geçici zevkler ve vaatlerle gözleri tamamen körleşecek.

Hayatlarının cennet gibi harika olacağını sanırlarken, cehenneme belki de dönüşü olmayan bir bilet alacaklar. Belki yasak meyvanın tadını aldıkça bir süreliğine hayat onlara güzel gelecek. Ama bu uzun sürmeyecektir. Etki ve tepki kanunu kesindir. Dünyaya, insanlara, insanlığa ne verdiysek nihayetinde o bize geri döner. Belki bu aynı şekilde değil ama aynı etkide olacaktır. Aynı şekilde, aynı şey olmayabilir ama bizim karşıda yarattığımız etki aynı şiddette bir tepki olarak geri döner. Yani kimse evrensel kanunları kandıramaz. Başkalarına ne yaptığınızın ölçüsü onlara verdiğiniz acı, üzüntü, hayal kırıklığı, umutsuzluk, korku gibi bileşenlerin onlarda yarattığı etkidir ve bunlarla da sınırlı değildir.

Mesela birisinin eşi ile yaşadığınız yasak ilişkide, aldatılan eş’e yaptığınız haksızlığın size dönüşü mutlaka olacaktır. Onun haberi olmasa bile… Saklı kalan günahların da size geri dönüşü olacak, belki aklınıza bile gelmeyen şekillerde…

Siz unutabilirsiniz ama evren asla unutmaz. Tetiğe baktığınız andan sonra olacaklarda artık sizin bir kontrolünüz yoktur. Hedefe giden bir mermiyi durduramazsınız. Pişmanlık fayda etmez. Size geri dönenin aynı mermi olması gerekmez ama aynı şiddette vurulacağınıza emin olabilirsiniz. Pişmanlık yalnızca sizin bir daha asla tetiğe basmamanız için sizi değişmeye yönlendiren bir pusuladır ama ilk günahınızın size geri dönüşü muhakkak olacaktır. Öyle olmasa şu an her pişman olan insan dünyada cenneti yaşıyor olurdu.

Ama sizin de bildiğiniz üzere, bu mümkün değil. Her tür suçun “Çok pişmanım!” dedikten sonra affedildiği bir dünya düşünün. Her tür kötülüğü yapıp, sonra pişman olan birinin cennete gitmesi adil midir sizce? Bu konularda aklıma çok örnek geliyor ama bunları hayal edip, yazıya dökmeye bile içim el vermiyor.

Evrensel sistemin tam olarak nasıl işlediğini bilmiyorum ama dünyada yaşamış üstadların bize yol gösterdiği bazı anahtar sözler var. “Ne ekersen, onu biçersin.”, “Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma.” gibi… Karma da aynı şeyi anlatır.

Reklam

Atatürk’ün bir asker olmasına rağmen zaruri olmadıkça barışı destekleyen şu sözleri çok anlamlıdır:

Mutlaka şu ve bu sebepler için, milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Gerçek kanaatim şudur: Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım, öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir.

Günümüzde gün be gün bizi savaşa sürüklemeye çalışan bir güç var. Bizi kendi içimizde savaşa sokarak, birbirimizi ve aynı zamanda da kendimizi yok etmemizi telkin ediyor. Ve bunu “Gidin, savaşın!” diyerek yapmıyor, içten içe ve sayısız dış müdahale ile her gün buna maruz kalıyoruz. Sosyal medya, cep telefonlarımız, hatta tv kanalları vasıtasıyla savaşı, şiddeti, rekabeti pompalıyorlar. Farkında bile değiliz, çünkü bu artık normal geliyor.

Dünya üzerinde her restoranın sadece patates lapası menüleri olduğunu düşünün. İçine birkaç farklı şey ekleyip, farklı soslarla sadece patates lapası yiyorsunuz. Başka seçenek yok. Bu tüm dünyada böyle olduğu için artık normal olarak kabul edilir. Bir kaç farklı patates lapası içinden birini seçme hakkınız var. Ve bu sizde seçim özgürlüğünüz olduğu algısı yaratır. Hele ki popüler sanatçılar, şarkıcılar, instagram fenomenleri ve tiktokerlar hangi patates lapasını sevdiklerini sosyal medya gönderilerinde paylaştıklarında bu size o kadar cazip gelir ki, patates lapası dışında bir seçeneğiniz olduğu aklınıza bile gelmez, nadir olarak aklınıza gelse de “Böyle gelmiş böyle gider. Ben ne yapabilirim ki?” diyerek boş verirsiniz. Bu çok basit bir benzetme ama popüler kültür algısı, sosyal medya ve tv dizilerinin üzerimizdeki etkisi bu kadar güçlü. Buna biz izin verdik ve hala veriyoruz.

“Bunların iyilik ve kötülükle ne alakası var.” diye düşünüyorsanız işin özü kısaca şöyle:

Günümüz insanı popüler kültüre o kadar bağlı ve sosyal medya ve insanlık dışı şeylerin normalleştirildiği dizilere o kadar bağımlı ki kendilerini farklı olarak göstermeye çalıştıkları ama aynı davranışları sergiledikleri büyük bir yanılgı içindeler. Farklı olduklarını gösterme çabaları bir bakıma bir tiyatro oyunu. İnsanlar aslında gruplara bölünmüş durumda ve farklı görüşlere, düşüncelere tahammülsüz haldeler. İşin kötü yanı da bulundukları gruplar onları farklı değil, çatışmacı, kavgacı, rekabetçi olmaya itiyor.

Oysa düşüncelerimizi özgürce ifade edebilmeliyiz. Kimseye hesap vermeden, yargılanmadan, kınanmadan veya gruptan dışlanma endişesi içine girmeden…

Grupların içinde popüler olma arzusu bizim irademizi ve özgürlüğümüzü köreltmiş durumda. Kendimizi buna kaptırdıkça, gittikçe daha fazla kendimizi kaybediyoruz. Çoğunluk büyük hatalar yapıyorsa biz de yapıyoruz. Kötülük yapmak normal sanıyoruz. “Bunu herkes yapıyor, ben neden yapmayayım?” diye kendimizi avutuyoruz.

Oysa iyilik ihtiyacı olana yapılmalı. Kötülükten de uzak durulmalı.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Madde 11: Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır

Ancak ilahi adalet, karma, etki – tepki yasası ya da ne derseniz deyin, her iyiğin de, kötülüğün de karşılığını bulacağını söyler. Bunu size ispat edemem. Zaten buna gerek de yok. Belki bunu bir gün kendi hayatınızda fark edebilirsiniz. Çünkü hayat mükemmel bir öğretmendir.

Hamza Biçen

Kendimi bildim bileli teknoloji, psikoloji, sosyoloji ve kişisel gelişim konularına ilgi duyuyorum. Niyetim elimden geldiği kadar güzel şey inşa etmek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Başa dön tuşu