Ego ve Ruh. Kendi yolumuzda kalbimizin rehberliği

Ego nedir? Konuya egonun tanımını bir kenara bırakarak başka bir soru sorarak başlamak istiyorum. Ego iyi mi yoksa kötü mü?
Biz genellikle egomuzu kötü bir şey gibi algılama eğiliminde olsak da, ego fiziksel dünyada yaşamımımızı sürdürmek için gerekli bir parçamızdır. Ruhumuz bizim varlığımızın bir parçası olduğu gibi, maddi dünya ile bağlantımızı sağlayan ego da bir parçamız. Maddi bir bedene ve maddi ihtiyaçlara sahibiz. Varlığımızın maddi yönünü inkar etmek, yok saymak, kötü olduğunu varsaymak doğru olmaz. Evet bir gün fiziksel bedenimizi burada, fiziksel dünyada bırakıp gideceğiz ama burada olduğumuz sürece fiziksel sağlığımız ve hayatımızdan da sorumluyuz.
Seçimlerimiz önemlidir
Bizler deneyimlemek, öğrenmek, gelişmek için geldik; fiziksel dünyayı reddedip, bir nevi intihar etmek için değil… “Bu dünya gerçek değil.” inancına sahip inanç disiplinleri olsa da, bu dünyada yaptığımız seçimlerin önemini inkar edemeyiz. Belki fiziksel dünya sahtedir, belki gerçek dünyanın bir yansımasıdır; bu konuda kesin bir şey söylemek şuan için mümkün değil. Ama seçimlerimiz gerçektir. Sanal bir dünya bile olsa yaptığımız seçimlerin sonuçları vardır. Her seçim bize bir şeyler öğretir ve bize deneyim kazandırır. Bu durumda içinde yaşadığımız gerçeklik sanal veya gerçek farketmeksizin seçimlerimizin bizi götüreceği nokta ve deneyimlerimizin önemi değişmez.

Kaos + Düzen = Denge
Mutlak düzen ve denge, Kadir-i Mutlak’ın varlığında mevcuttur. Düzeni ve dengeyi mümkün kılan O’dur.
Kaosun dengelenmesi de düzen ile sağlanır. Açıkçası kos ve düzen kavramını doğru şekilde ifade etmekte zorlanıyorum. Kaos her şeyin birbirine girdiği, karanlık, karmaşa, bilinmezlik, bilgi yokluğu sebebi ile oluşan bir düzensizlik diye algılıyorum. Sonra ışık gelir görünmeyen görünür hale gelir. Birbirinden kopuk parçalar birleşir veya biz zaten birleşmiş olduklarını fark ederiz. Bilgi akışı başlar, düzen ortaya çıkar.
Ego + Ruh = İçsel Denge
Ego’nun kaşmaşasına düzen getiren de bir bakıma ruhumuzdur. Ego korku içinde hareket ederken, ruhumuzun bilgisi ve ışığı ile varlığımızda denge sağlanır.
Bu noktada önemli ama hayatımızı egonun değil, ruhumuzun yönetmesi önem taşıyor. Yönetimi egoya verip maddi dünyaya saplanmak da doğru değil; tüm fiziksel ihtiyaçlarımızı, fiziksel varlığımızı inkar edip, deneyimlerimizin bize kazandıracağı gelişimi durdurmak da… Seçimlerimizi ego ile veya ruhumuzun bir bir bakıma penceresi olan kalbimizle yapıp yapmadığımız önemli. “Gözler ruha açılan kapıdır.” değil mi? Kalp de pencere… Her şeyi maddi tanımlarla yapma eğilimindeyiz ama açıkçası önemli olan konunun maddi değil, anlam boyutu. Anlam şekilde değil, özdedir.
Çok boyutlu bir varlık olarak varlığımızın her yönünü kucaklamak ve uyum içinde var olmak belki de ortak yaşam amacımız.
Üç boyutlu fiziksel dünya’da yaşadığımız sürece dualiteye tabiyiz. Pozitif ve negatif; iyilik ve kötülük; düzen ve kaos… Kaos sonunda düzen gelir. Kötülük ne kadar çok olursa olsun, iyilik de o kadar güçlü bir şekilde dengeyi sağlar. Biz hangi uç noktada olursak olalım, denge bir şekilde sağlanır.
İç dengemizin evrenin dengesine katkısı ve uyumu
Eğer dengeyi bir şekilde kendi içimizde, kendi dünyamızda sağlarsak, zıt kutupların enerji akışı o kadar az bizi etkiler. Denge zaten hep oradadır ve bizim hangi konumda olduğumuz belirler çoğunlukla etkileri…
Doğru taraf sahte ayrışmış toplumsal gruplar değil, içsel rehberliğimizdir.
Eğer bir grup sizi bir başka gruba veya gruplara karşı kışkırtıyor ve bir bakıma sizi ayrıştırıp, düşman haline getiriyorsa orada kaos vardır. Yanlış yerdesiniz. Dünya’da kötülük mü var? İyilik yapıp dengeyi kendi içinde sağlamalısınız. Ya da hiç bir şey yapamıyorsanız, elinizden bir şey gelmiyor veya içinizden gelmiyorsa, iyiliğin tarafında olun. İyi insanlara destek verin, iyilik yapanlara değer verin. Sizin tuttuğunuz takımdan, destek verdiğiniz partiden, etnik gruptan, cinsiyetten olmasa bile doğru olanı, dürüst olanı destekleyin… Sorgusuz, sualsiz, koşulsuz, şartsız, anlamadan, dinlemeden destek verdiğiniz her grup sizi yanlış yola yönlendirir.
Rehberiniz kalbiniz, vicdanınız olmalı. Vicdanınızdan, kalbininizin rehberliğinden vazgeçtiğiniz her seferinde kendinizden ve insanlığınızdan bir parça kaybedersiniz.
Kötülük size kolay yolla maddi bolluk, yükselme imkanı sağlar gibi görünse de, içinizdeki huzur, bulunduğunuz konum geçicidir. Başkalarının desteği ile yükselen, bir anda dibe çakılacaktır. Çünkü kendi ayakları üstünde duramayan kimse başkalarına yaslanarak sürekli ayakta kalamaz. Ancak kendi içsel pusulası ile harekete geçen kişi kendi gücünü kazanabilir ve dimdik ayakta durabilir.
Kalbinizin yolu
Dünyada oluşturulmuş olan her grup siz onların istediğini yaptığınız sürece sizi destekler. “Hayır, bu yanlış!” deme cesaretini gösterdiğinizde sizi desteklemekten vazgeçerler ve kendi gücünüzle ayakta durmak veya içinizden gelmese de, yanlış olduğunu bilseniz de grubun içinde kalma seçimi ile başbaşa kalırsınız. Kendi ayakları üstünde durma alışkanlığı olmayan birisi için, kendi yolunda ilerlemek başlangıçta zorlayıcı olabilir ama asıl mesele kolay olanı seçmek değil, doğru olanı seçmektir.
Fiziksel bedeni spor ve egzersizlerle güçlendirmek mümkün olduğu gibi, içsel rehberliğimiz ile doğru olan yolda ilerlemek de bizim içsel gücümüzü ve özgüvenimizi arttıracak, irademizi güçlendirecektir. Yanlış olan bir şeye “Bu yanlış!” demeye alışkın olmayan birisi için bu çok zor olabilir ama kendi iradesi ile, kendi kalbinin pusulası ile ilerleme alışkanlığı edinen birisinin iradesi ve özgüveni (kibir değil) inanılmaz güçlüdür. Özgüven, egonun özünde ihtiyaçtan kaynaklanan sahte güven hissinden tamamıyla farklıdır. Ego kolaylıkla zarar görebilirken, içten gelen gerçek özgüven kolayca sarsılmaz. Bazı durumlarda egomuz incinir ve öfke ile karşılık veririz ama bu noktada ego ile veya kendi irademizle doğru olanı seçme imkânına sahibiz. İşte bu durumda doğru olanı seçme cesareti göstermek özgüvendir. Bazen tüm dünya’nın doğru kabul ettiği ama bizim yanlış olduğunu içimizde hissettiğimiz durumlarla bile karşılaşabiliriz. Kendimizi yalnız, güçsüz ve etkisiz hissedebiliriz. Bu sorun değil. Her şey olması gerektiği gibi olacak. Dünyayı, insanlığı tek başımıza kurtarmak gibi bir görevimiz yok. Biz kurtarıcı, mesih, mehdi veya seçilmiş bir başka kişi değiliz. Bu bir din veya bir tarikat değil. Kendi içsel yolumuz. Ne kadar güçlü olduğumuzun bir önemi yok. Bu sadece kendi bireysel yolumuz. Her koyun kendi bacağından asılır. Biz yalnızca kendi seçimlerimizden sorumluyuz. Cennete ulaşacağımızın bir garantisi yok. Cennet ödülü almak için iyilik yapmak da yetmeyebilir. Cennet sandığımız bir varış noktası değil, bir oluş hali olabilir. Ama başkalarına cehennemi yaşatırken, cenneti hayal etmek nafiledir. Birinin acı çekmesi size zevk veriyorsa, geçmeniz gereken sınavlar olacağı öngörülebilir. Kin, öfke, kibir, kıskançlık ağırdır ve kanatlanıp, yükselmemize izin vermez. Sevgi, şefkat ile dolu bir insan ancak hafifleyebilir. Dini boyutunu bir kenara bırakın. Hangi, inanç, mezhep, grup, cinsiyet olursa olsun farketmez; kalbimiz sevgi ve şefkatle doluysa hafifliği hissederiz, nefret, kin ve öfke doluysak, ağırlaşırız. Cennet bu açıdan bir nihai varış noktası kadar uzak değildir ve cehennem de öyle… Hak eden cennette yaşar ve kin, öfke, kibir, kıskançlık cennetin frekansı ile uyumlu duygular değidir. Kalbimiz bu negatif duygularla dolu iken sevgi ve şefkati gerçek boyutta hissedemeyiz bile. Bu olsa olsa kısa bir sürelik kin, öfke, kibir, kıskançlık hissinin etkisinin azalmasıdır. Yakınlarımıza hissettiğimiz sevgi, minik hayvanlara hissetiğimiz şefkatten daha fazlasına ihtiyacımız var. Sevginin kalbinizden ılık ılık aktığını hissedebiliyor musunuz? Gerçek potansiyelimizin milyarda biri bile değil bu. Ama bu özümüzde olanı, gerçek potalsiyelimizi farketmek için bir hatırlatıcı ve başangıç noktası olabilir.
Ego bizi savaşa itebilir ama özgüven hatalarımızı kabul etme ve bunlardan vazgeçme gibi kendi kalbimizin sesini dinleme farkındalığını getirir.
Ego bizi tehlikeli durumlara karşı bir uyarıcı görevi gördüğü durumda değerlidir. Ama kontrolü tamamen ona bırakmak doğru değildir. Vicdanınıza kulak verin; o kalbinizin, ruhunuzun kapısını açacaktır. Adım adım ilerleyin. Bu mantıksal bir seçimden çok bir dönüştür. Kendi özünüze dönüş. Belki gereksiz bir tekrar olacak ama bu “Nihai bir varış noktası değil, bir yoldur.” Sadece ilerleyin.
Fiziksel ve ruhsal bakış açılarımızın farkındalığı
İnsan olarak fiziksel dünyanın maddi, dualite etkisindeki tepkilerinin yanında bizim ilahi özümüz olan ruhumuzla, çok boyutlu bir varlık olarak var olma yeteneğine sahibiz. Dualite iyi ve kötü gibi zıtlıkları işaret ederken, ruhumuz rengarenk tonları görmemizi, bilmemizi ve hissetmemizi sağlar.
Tüm bunları hesaba kattığımızda “Ego kötüdür.” diyemeyiz. Asıl mesele tüm yönetimi ona bıraktığımızda neler olduğu.
Hala sevgi ve nefret arasında seçim yapma özgürlüğüne sahibiz. Bu seçimi farkında bile olmasak yapıyoruz. Karşı partiden, takımdan, gruptan birine karşı veya negatif genelleme yaptığımız her durumda… Erkekler veya kadınlar arasında genelleme yaptığımız anlar da buna dahil… Günün neredeyse tamamı bilinçli veya bilinçsiz aldığımız her karar, yaptığımız her seçimden biz sorumluyuz. Sorumluluğu başkalarına yüklediğimizi sansak bile seçim ve karar bize ait. Sorumluluklarımızı başkalarına yüklesek bile sonuçlarından kaçamayız. “Hayat beni böyle yaptı.”, “Çocukluğumda yaşadığım travmalar yüzünden bir seri katil oldum.” gibi mazeretler tükenmez. Bizim mazeretleree, sorunlara değil çözümlere ihtiyacımız var. Çıkış yoluna mazeretlerle değil, çözümlerle ulaşabiliriz. Sorun, kaos, yıkım üretmek kolay; çözüm üretmek gerek. Çözüm çoğunlukla sorundan önce bile oradadır ama odağımız sadece sorunda olduğu için farkına varamayız. Bizler sorun yaratmakta ve sorunları büyütmekte olduğu kadar, çözüm yaratmakta da yetenekliyiz. Ruhumuz için ikisi arasında fark yok. “İş işten geçti artık.” diye düşündüğümüz anlarda bile bir çözüm, çıkş yolu var emin olun. Asla geç değil. Aynı veya benzer bir şeyle tekrar karşılaştığımızda farklı bir seçim yapma şansına sahibiz. Belki bazı kayıplar telafi edilemez ama başka kayıplar önlenebilir.
Kısacası, bu dünyada bulunduğuz süre içinde seçimler yapacağız. Neden kendimizi benzer seçimleri yapıp, benzer sonuçlarla karşılaşmaya mahkum edelim? Bu kısır döngüyü kırma şansına sahibiz. Hep maço, bencil ve sert erkekleri seçip, aşağılanma ve şiddetle karşılaşan bir kadının yaşadıkları kader değildir. Elbette gerçek durumlar bu kadar basit görünmeyebilir ama kendinden emin ve kendi kararlarını özgürce verebilen bir kadın farklı seçimler yapacaktır. Cinsiyetçi olmamak adına, erkekler için de bir örnek vereyim. Sakin, sevgi ve şefkat dolu bir kadın yerine, fiziksel olarak herkesin ilgi adağı olmaktan mutlu olan bir kadını seçen bir erkek onu asla yeteri kadar mutlu edemeyecek, kıskançlık ve güvensizlikle dolu sağlıksız bir ilişki yaşayacaktır; kendini asla yeterli hissetmeyecek, belki de aldatılacak veya güvensizlik hissini bastırmak için aldatacaktır. Bu örnekler eşdeğer değil ama yaptığımız seçimlerin hayatımızı nasıl etkilediğini anlamak için yeterli olacaktır sanırım. Sevgi, şefkat dolu insanları hayatımıza almak ve onlara da sevgi ve şefkatle yaklaşmak daha iyi değil mi?
Sınırsız ve çok boyutlu bir varlığı nasıl tanımlayabiliriz ki? Bu yazı farklı pencereler, farklı kapılar, farklı yollar olduğu gerçeğine farkındalığımızı yöneltmek ve dikkatimizi bir nebze de olsa çekmek içindir. Çok boyutlu yaşamı, 3 boyutlu zihnin kavrayabileceği şekilde anlatmak mümkün değil. Ben de sizin gibi kendi yolumda ilerliyorum. Bir öğretmen, üstad değilim. Bazı durumlarda öfke, üzüntü, umutsuzluk gibi duygularla hala mücadele ediyorum. Özgüvene sahip olsamda, hala kaybolmuş ruhların ego ile aldığı kararların fiziksel hayatımdaki duygusal, fiziksel ve zihinsel sonuçlarından etkileniyorum. Size bu satırları cenneten yazmıyorum. Size üst boyutlardan mesajlar ileten bir haberci de değilim. Evren 3. boyutun dışında başka sayısız boyutla dolu ve bunu içsel olarak biliyorum. Aşkı, sevgiyi, nefreti, öfkeyi iliklerine kadar yaşayan birisiyim. Hiçbir duygu aşk, sevgi ve şefkat kadar iyi hissettirmedi. Sırılsıklam aşık olduğunuz anları hatırlayın. O dönemde aldığınız kararlar, yaptığınız seçimler bambaşkaydı değil mi? Emin olun o zamanlar olduğunuz kişinin aşık olduğunuzu düşündüğünüz kişi olmadan da hala içinizde olduğunu söyleyebilirim. Yani aşk (sevgi) ile dolu hissetmek için ikinci bir kişiye ihtiyacımız yok. Kalbimiz açıksa aşk vardır ve yansımalarını hayatımızda görürüz veya kendimize çekeriz. Aşık Veysel’in “Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa.” sözündeki gibi, güzellik değil bizi aşık eden, aşık olduğumuzda gördüğümüz şey güzel. İşin içine kıskançlık, güvensizlik girdiğinde duygular değişir ama bu aşkın ne kadar harika olduğu gerçeğini değiştirmez. Aşk bizim bir parçamız olmasaydı, dışardaki hiç bir şey bizi aşık edemezdi. Aşk zaten içimizde ve varlığımızın bir parçası ise onu hissetmek için dışımızdaki hiç bir şeye ihtiyacımız yok. Aşık olduğumuza inandığımız kişi bize içimizdekini yansıtan harika bir ayna. Bize aşkı hatırlattığı için de çok değerli. Bize aşk ile yaklaşıyorsa eğer, bunu yaşamaya değer. Aşk sensin dostum ve aşk aşkı çeker.
Bu konuları, kavramları, tanımları tam olarak doğru şekilde ifade edememiş olabilirim. Umarım özündekini aktarabilmişimdir. Sevgi, şefkat, aşk ile söylenen bir söz, bir bakış, bir tebessüm bile hissedilebilir kalbi açık olana. Eğer içinizdeki güzel duygular canlandıysa ne mutlu size ve bana.
Not: Bu yazıyı 5 gün sonra düzenleyip eklemeler yaptım. Sanırım aşk hakkında daha fazla yazmak iyi bir fikir. Çünkü aşk bana ilham veren bir duygu, hayatımda kimse olmasa bile… İlhamla yazmayı seviyorum. Umuyorum yazdıklarım ve yazacaklarım size de ilham verir.