Ulan, oturmuşuz yine muhabbet koyu, çaylar demlenmiş, kahveler telveli… Derken laf geldi bizim meşhur hayalet avcılarına, Ghostbusters’a. Hani şu ‘Who you gonna call?’ diye ortalığı birbirine kattıkları ekip. E, malum, sinema dediğin böyle muhabbetlerin de ana malzemesi, hele bir de üzerine Dan Aykroyd gibi bir efsane konuşmuşsa, durmak olmaz! İşte tam da bu noktada, benim gibi Yeşilçam’dan Hollywood’a uzanan geniş bir filmografiye hayranlık duyanların dikkatini çekecek bir bilgi düştü kulağıma. Meğer bizim o obur, yeşil, sümüksü Slimer denen karakter varya, hani filmin hem komik hem de biraz ürkütücü yüzü… İşte Dan Aykroyd’un kafasında bu karakterin, bir zamanlar beraber güldüğü, güldürdüğü Saturday Night Live (SNL) yıldızının hayaleti olabileceği düşüncesi yatıyormuş!
Şimdi düşününce, biraz tüyler diken diken olmuyor mu? Bizim burada Kemal Sunal’ın Şaban’ı, Şener Şen’in ‘Müdür’ü ne kadar ikonikse, Hollywood’da da Slimer o kadar ikonikleşmiş durumda. Ama Aykroyd’un bu yorumu, olaya bambaşka bir boyut getiriyor. Sanki bir anda filmin arkasındaki yaratıcı süreci değil de, bir mezarlık bekçisinin fısıltılarını dinliyormuşuz gibi. Tabii Dan Aykroyd’un her lafı, bizim için sinema dersi niteliğinde. Adam hem yazıyor, hem oynuyor, hem de böyle derin, bazen de tuhaf teorilerle aklımızı başımızdan alıyor.
Aykroyd’un SNL Günleri ve Hayaletlere Bakışı
Dan Aykroyd denince akla hemen Saturday Night Live gelir. O efsanevi programda o kadar çok karakter yarattı, o kadar çok komedyenle birlikte çalıştı ki, kim bilir hangi anılar, hangi yüzler aklında dönüp duruyordur. SNL, sadece bir komedi programı değil, aynı zamanda bir yetenek fabrikasıdır. Aykroyd’un orada geçirdiği yıllar, ona hem ilham verdi hem de belki de hayatın ve ölümün ne kadar ince bir çizgide olduğunu hissettirdi.
Düşünsenize, her hafta birbirinden yetenekli insanlarla sahneye çıkıyorsunuz. Birlikte güldüğünüz, bazen de hüsrana uğradığınız anılar birikiyor. İşte bu yoğun duygu ve yaratıcılık ortamında, Aykroyd’un aklına Slimer’ı, kaybettiği bir SNL yıldızının ruhu olarak hayal etmesi pek de şaşırtıcı değil aslında. Bizim burada da rahmetli Barış Manço’nun şarkılarında hissettiğimiz o derinlik gibi, Aykroyd da hayaletlere farklı bir anlam yüklemiş olabilir.
Komedi ve Trajedinin Kesişim Noktası
SNL’in doğasında hep bir kara mizah, bir trajediyi komediye çevirme hali vardır. Aykroyd da bu dengeyi çok iyi kurmuş bir isim. Ghostbusters filminin kendisi bile, ölüm, hayaletler gibi konuları ele alırken, bir yandan da seyirciyi kahkahalara boğuyor. Bu durum, hayatın kendisiyle ne kadar örtüşüyor, değil mi? Bazen en acı anlarımızda bile bir espri bulup gülebiliriz.
Aykroyd’un Slimer’ı bir SNL yıldızının ruhu olarak görmesi, işte bu kesişim noktasının en çarpıcı örneği. Belki de o karakteri yaratırken, kaybettiği bir arkadaşının enerjisini, onun komik yanlarını, belki de hiç gerçekleşememiş hayallerini Slimer’ın doymak bilmez iştahında ve biraz da dağınık halinde simgeleştirmiştir. Kim bilir, belki de ona ‘Bu rol senin!’ demiştir ruhunun bir köşesinden.
Slimer: Sadece Bir Canavar mı, Yoksa Daha Fazlası mı?
Bizim Yeşilçam’da nasıl Rıfat Ilgaz’ın ‘Hababam Sınıfı’ndaki öğrenciler tek tek akılda kalıcıysa, Ghostbusters’ın düşmanları da öyle. Ama Slimer, diğerlerinden biraz daha farklı. O sadece kötü bir yaratık değil, aynı zamanda filmin sembollerinden biri haline gelmiş durumda. Sürekli bir şeyler yiyip içmesi, etrafta vızır vızır dolaşması, bazen komik, bazen de sinir bozucu bir karakter çiziyor.
Aykroyd’un bu teorisiyle Slimer’a bakış açımız tamamen değişiyor. Artık o, sadece ekrana yansıtılmış bir animasyon değil, aynı zamanda bir anı, bir sevgi gösterisi, belki de bir vedanın simgesi haline geliyor. Sanki Aykroyd, ‘Bakın, bu karakterle size hem güldürüyorum hem de hayatın ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatıyorum’ demek istemiş gibi. Bu, sinemanın gücünü gösteren harika bir örnek. Bir karakterin arkasına ne kadar çok anlam yüklenebileceğini görüyoruz.
Türk Sinemasında Hayaletler ve Mizah
Şimdi diyeceksiniz ki, ‘Vera Hanım, bütün bunları anlattın da bizimle ne alakası var?’ E, var tabii! Bizim sinemamız da hayaletlerden, doğaüstü olaylardan geri kalmaz. Düşünsenize, ‘Büyü,’ ‘Sezercik Küçük Mücahit,’ hatta daha yakın zamanlarda çekilen korku filmleri… Hepsi bir şekilde bu gizemli dünyaya dokunuyor.
Ama bizim mizah anlayışımızla bu olayları harmanlamak bambaşka bir seviye. Rahmetli Sadri Alışık’ın ‘Turist Ömer’ tiplemesinde bile bir doğaüstü hava sezilmez miydi? Ya da Kemal Sunal’ın filmlerindeki o absürt durumlar, sanki başka bir evrenden gelmiş gibi… Aykroyd’un Slimer yorumu, bizim de kendi sinemamızdaki hayaletlere, gizemli karakterlere farklı açılardan bakmamızı sağlıyor. Belki de bizim de ‘Tosun Paşa’nın kaçırılma sahnesindeki o gizemli figür, aslında bir zamanlar Tosun Paşa’nın en yakın arkadaşının ruhuydu, kim bilir?
Karakter Yaratmanın Derinlikleri
Bir karakter yaratmak, sadece kağıda dökmek ya da ekrana yansıtmak değildir. O karakterin bir ruhu, bir geçmişi, bir sebebi olmalıdır. Aykroyd’un Slimer yorumu, tam da bu noktada bize ders veriyor. Bir karakterin arkasına ne kadar çok katman, ne kadar çok duygu yüklenebileceğini gösteriyor.
Bizim de Türk sinemasında unutamadığımız karakterler var. Hababam Sınıfı’ndaki Mahmut Hoca’nın sert ama sevgi dolu bakışı, Şener Şen’in ‘Eşkıya’daki karizması… Bunların hepsi, sadece senaryonun değil, oyuncunun ve yaratıcının ruhunun da bir yansıması. Aykroyd’un Slimer’ı, bu derinlikli karakter yaratma çabasının Hollywood’daki bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Bir karakterin sadece görünüşüyle değil, arkasındaki hikayeyle de iz bıraktığını gösteriyor.
Ghostbusters Mirası ve Kültürel Etkisi
Ghostbusters, sadece bir film değil, bir fenomendir. O dönemde sinema salonlarını dolduran, sonrasında televizyonlarda tekrar tekrar izlenen, hatta üzerine çizgi filmleri, oyunları yapılan bir kültür mirası. Aykroyd’un bu Slimer yorumu, bu mirasın ne kadar zengin ve katmanlı olduğunu da gösteriyor.
Bu tür filmler, nesilden nesile aktarılırken, arkasındaki hikayeler, yaratıcıların düşünceleri de zamanla ortaya çıkar. Tıpkı bizim ‘Selamsız Bandosu’ gibi, zamanında anlaşılmayan ama sonradan değeri bilinen yapımlar gibi. Ghostbusters da böyle bir yapım. Aykroyd’un bu son açıklamasıyla, filmin hayranları için yeni bir tartışma konusu, yeni bir bakış açısı doğmuş oldu. Belki de bir dahaki sefere Slimer’ı ekranda gördüğünüzde, aklınıza sadece o obur hayalet değil, aynı zamanda Dan Aykroyd’un kaybettiği bir dostu ve onun anısına yapılmış bir gönderme gelecek.
Sonuç olarak, sinema dediğin böyle bir şey işte. Bazen en absürt karakterlerin bile arkasında derin, insani hikayeler yatabilir. Dan Aykroyd’un Slimer teorisi, bize bir kez daha gösterdi ki, yaratıcılığın sınırları yok ve her karakterin, her eserin arkasında keşfedilmeyi bekleyen sayısız katman bulunuyor. Belki de hayatın kendisi de böyledir; en beklenmedik anlarda, en sıradan olaylarda bile, arkasında yatan derin anlamları keşfedebiliriz. Bir dahaki sefere bir film izlerken, karakterlerin sadece ekrandaki yansımalarına değil, yaratıcılarının ruhuna da bir göz atmayı unutmayın. Kim bilir, belki de siz de kendi Slimer’ınızı bulursunuz.
