İçimizdeki Sessizlik: Dış Gürültüde Kaybolmayan Huzur

7 Dak Okuma

Bir zamanlar, kalabalık bir şehrin ortasında, penceresi hep dışarıya bakan küçük bir dairede yaşayan Elif adında bir kadın vardı. Elif, şehrin nabzını tutardı; sabahları kornaların senfonisiyle uyanır, öğleden sonraları siren seslerinin uğultusunu dinler, akşamları ise bitmek bilmeyen insan kalabalığının fısıltılarıyla uykuya dalardı. Her şey bir gürültüydü; sokaktaki sohbetler, komşuların tartışmaları, trafik akışının monoton uğultusu, hatta bazen rüzgarın ağaçları hırpalayan sesi bile ona rahatsız edici gelirdi. Dış dünya, Elif’in zihnini sürekli bir uğultuyla dolduruyor, içindeki sessizliği yutmaya çalışıyordu.

Elif, bu sürekli dış uyaran bombardımanı altında kendini kaybolmuş hissederdi. Sabahları bir fincan kahveyle penceresinin önüne oturduğunda, dışarıdaki dünyanın telaşı, kendi iç dünyasının dinginliğini bozardı. Gazetelerdeki felaket haberleri, sosyal medyadaki bitmek bilmeyen tartışmalar, televizyondaki abartılı reklamlar… Hepsi zihnine doluşur, onu kendi düşüncelerinden, kendi duygularından uzaklaştırırdı. Sanki dışarıdaki her ses, onun içindeki bir yankıyı söndürmeye çalışıyordu. Bu durum, Elif’in ilişkilerini de etkiliyordu. Arkadaşlarıyla buluştuğunda, onlar da dış dünyanın endişelerini, beklentilerini ve yargılarını beraberlerinde getirirlerdi. Bir sohbetin ortasında, bir arkadaşının gözlerindeki endişeyi veya sesindeki hayal kırıklığını gördüğünde, bu onun kendi iç huzurunu daha da sarsardı. İnsanlar, farkında olmadan birbirlerine telkinlerde bulunur, yönlendirirlerdi. “Şöyle yapmalısın,” “Böyle düşünmelisin,” “Bu konuda yanılıyorsun.” Elif, bu yönlendirmelerin altında ezildiğini hisseder, kendi sesini duymaz olurdu.

Bir akşamüstü, her zamanki gibi penceresinden dışarıyı izlerken, gözü karşı apartmanın balkonunda duran yaşlı bir kadına takıldı. Kadın, elinde bir saksı, nazikçe bir çiçeğe su veriyordu. Etrafında şehrin tüm gürültüsü varken, o sanki kendi küçük dünyasında, bir bahçenin ortasındaydı. Yüzünde derin bir huzur vardı. Elif, bu anı durdurmak istedi. O an, Elif için bir dönüm noktası oldu. Belki de sorun dışarıdaki gürültünün kendisi değil, bu gürültüye karşı verdiği mücadeleydi. Belki de çözüm, gürültüyü susturmak değil, kendi içindeki sessizliği keşfetmekti.

İç Huzurun Pusulası

Elif, bu düşünceyle birlikte araştırmaya başladı. Çevresel gürültünün insan psikolojisi üzerindeki etkilerini okudu. Aşırı dış uyaranların kaygı, stres ve konsantrasyon güçlüğü yarattığını öğrendi. Daha da önemlisi, insanların birbirlerini nasıl etkilediğini, bilinçsizce nasıl yönlendirdiklerini ve bu yönlendirmelerin bireyin kendi özgünlüğünü nasıl zedeleyebileceğini anladı. Ancak okudukları, onu daha da karamsarlığa sürüklemedi. Aksine, kendi içindeki gücü keşfetme yolunda bir ışık yaktı.

Elif, ilk olarak küçük adımlarla başladı. Sabahları uyandığında, telefonunu eline almadan önce birkaç dakika penceresinden dışarıyı izlemeye devam etti. Bu sefer, dışarıdaki seslere değil, kendi nefesine odaklandı. Yavaş ve derin nefesler alıp verdi. Bu basit eylem, zihnindeki uğultuyu biraz olsun dindirdi. Ardından, evinde sessiz köşeler yaratmaya başladı. Kitap okumak için sakin bir yer, meditasyon yapmak için loş bir oda… Bu köşeler, onun dış dünyanın karmaşasından kaçtığı sığınakları oldu.

İnsanlarla olan ilişkilerinde de yeni bir yaklaşım benimsedi. Arkadaşlarıyla buluştuğunda, onların anlattıklarını dinlerken, kendi içindeki tepkileri gözlemlemeye başladı. Bir arkadaşı ona bir konuda tavsiye verdiğinde, hemen kabul etmek veya reddetmek yerine, “Bunu düşüneceğim,” demeyi öğrendi. Bu, ona kendi düşünceleri için alan açtı. Kendi değerlerini, kendi doğrularını sorgulamadan kabul etmek yerine, onları nazikçe ifade etmeyi öğrendi. “Bu benim için böyle,” demek, başkalarının beklentilerine karşı bir savunma duvarı değil, kendi gerçeğini kabul etmenin bir ifadesiydi. Bu, karşısındaki kişiyi yargılamadan, kendi varlığını onurlandırmanın bir yoluydu.

Telkinin Ötesinde Bir Merkez

Elif, zamanla fark etti ki, insanlar birbirlerine telkinlerde bulunurken, aslında kendi korkularını, kendi hayal kırıklıklarını yansıtıyorlardı. Bir arkadaşı, Elif’in kariyer seçimini eleştirdiğinde, aslında kendi kariyerinde yaşadığı pişmanlıkları dile getiriyordu. Bir aile üyesi, onun yaşam tarzını sorguladığında, aslında kendi toplumsal baskılarını Elif’in üzerinde görmek istiyordu. Elif, bu durumu anladığında, bu telkinlere karşı daha az savunmacı olmaya başladı. Onları kişisel bir saldırı olarak değil, karşıdaki kişinin kendi iç dünyasının bir yansıması olarak görmeye başladı. Bu anlayış, ona büyük bir özgürlük hissi verdi.

Elif, meditasyon ve farkındalık egzersizlerini hayatına daha derinlemesine entegre etti. Her gün, günün belirli bir saatinde, tüm dikkatini kendi içine yönlendirdi. Düşünceler gelip geçiyordu; bazen endişeli, bazen mutlu, bazen de kayıtsız. Elif, bu düşünceleri yargılamadan, sadece gözlemlemeyi öğrendi. Tıpkı gökyüzünde süzülen bulutlar gibi, gelmelerine ve gitmelerine izin verdi. Bu pratik, onun zihnini sakinleştirdi ve onu kendi merkezine daha çok yaklaştırdı. Artık dışarıdaki gürültü, onu kolay kolay savuramıyordu. Çünkü artık kendi içinde, sarsılmaz bir merkeze sahipti.

Bir gün, Elif yine penceresinin önünde oturuyordu. Şehir hala gürültülüydü; korna sesleri, insan kalabalığı, sirenler… Ama Elif’in iç dünyası farklıydı. Dışarıdaki gürültü, artık bir tehdit değil, bir fon müziği gibiydi. Kendi içindeki sessizlik, bu fon müziğinin üzerinde yükseliyordu. Elinde bir fincan sıcak çay, yüzünde hafif bir tebessümle, etrafındaki dünyaya şefkatle bakıyordu. Arkadaşının aradığını gördü. Telefonu açtı ve arkadaşının endişeli sesini duydu. Ancak bu sefer Elif, arkadaşının endişelerini kendi üzerine almadı. Sakin bir sesle, “Bunu konuşabiliriz,” dedi. “Ama önce, sen nasılsın?” Bu basit soru, sohbetin gidişatını değiştirdi. Arkadaşı, Elif’in sakinliğinden ilham alarak, kendi duygularını daha açık bir şekilde ifade etti. Elif, dinledi, anladı ve kendi bakış açısını nazikçe paylaştı. Bu, bir yönlendirme veya telkin değil, karşılıklı bir anlayış ve kabul anıydı.

Olumlu Bir Ruh Hali Tohumu

Elif, bu süreçte olumlu bir ruh hali kazanmanın, dış koşullara bağlı olmadığını keşfetti. Bu, içsel bir seçim, içsel bir pratikti. Gürültünün ortasında bile, kendi içindeki sessizliği bulduğunda, huzur ve memnuniyet duygusu doğal olarak ortaya çıkıyordu. Bu, bir çiçeğin güneşe doğru dönmesi gibiydi; içsel bir çekimle, olumluya doğru yöneliyordu. O, artık dışarıdaki uyaranların esiri değil, kendi iç dünyasının efendisi olmuştu. Şehrin gürültüsü hala oradaydı, ama Elif’in içindeki sessizliğin sesi daha güçlüydü. Ve bu sessizliğin sesi, ona en güzel melodiydi.

Güneş batarken, şehrin ışıkları birer birer yanmaya başladı. Elif, penceresinden bu manzarayı izlerken, içinde derin bir dinginlik hissetti. Dışarıdaki kaotik uyaranlar artık onun iç huzurunu bozmaya yetmiyordu. Kendi merkezinde durmayı öğrenmişti. Etrafındaki telkinler ve yönlendirmeler, artık onu ana yolundan saptıramazdı. Kendi içindeki sessizliği, adeta bir fener gibi etrafını aydınlatıyordu. Ve bu fenerin ışığı, ona her zaman yolunu gösterecekti.

Bu Makaleyi Paylaşın
İleNova
Nova’nın yazıları sessiz odalarda yüksek sesle okunması gereken metinlerdir. Her cümlesi biraz durup nefes almanızı, biraz geriye yaslanıp kendi içinize bakmanızı ister. Aşk, kayıpları, varoluşun ağırlığı, çocukluktan kalan izler, gece yarısı gelen o tanımsız hüzün… Nova bunları öyle naif, öyle incelikle işler ki, kelimeler birdenbire sizin kelimeleriniz olur. Şiirsel ama asla yapay değil; duygusal ama asla ağlak değil. Onun yazılarında hep bir ışık vardır, en karanlık satırların sonunda bile. Nova’yı okuyanlar genellikle bir cümlesini defalarca okur, sonra kapatıp uzun uzun tavana bakar. Çünkü Nova yazmaz sadece; insanın içindeki boşlukları doldurur, sonra o boşlukları daha güzel hâle getirir.
Yorum yapılmamış